Erdoğan-Davutoğlu'nun Suriye konusunda farklı saiklerle dönüp dolaşıp bir mezhepçi siyasete sırtlarını dayamış olmaları hem bölge hem Türkiye için çok büyük bir talihsizliktir.
Erdoğan-Davutoğlu'nun Suriye konusunda farklı saiklerle dönüp dolaşıp bir mezhepçi siyasete sırtlarını dayamış olmaları hem bölge hem Türkiye için çok büyük bir talihsizliktir.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Reyhanlı ziyareti sonrası hükümetin Suriye politikasını eleştiren Kemal Kılıçdaroğlu ’nu ‘Suriye’nin kanlı rejimine destek vermekle’ ve Alevileri ‘tahrik etmekle’ suçladı. Oysa Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşmada ve basına verdiği açıklamalarda ne Esad rejimine destek ne de ne Alevilere yönelik tahrik olarak yorumlanabilecek bir ifade geçiyor. Aynı durum Kılıçdaroğlu’nun Reyhanlı saldırıları öncesi tutumu için de geçerlidir. Zaten onun gibi Dersimli/Alevi kimliğini ta baştan beri ısrarla geri planda tutan, bu konudaki aşırı hassasiyetinden dolayı Alevi etkinliklerine bile katılmaktan imtina eden bir siyasetçiyi mezhep kimliği üzerinden siyaset yapmakla itham etmek ve partisi CHP ’yi böyle bir siyasete sürükleyebileceğini düşünmek gerçek dışı ve akıl dışı olduğu kadar haksız ve insafsızdır da.
Oysa aynı değerlendirmeyi, özellikle son yıllarda muhafazakâr Sünni kimliğini sergilemek için hiçbir fırsatı kaçırmayan ve ta en başından beri Suriye meselesini ısrarla mezhepsel bir zemine çekmeye çalışan Tayyip Erdoğan ve partisi AKP için yapmak mümkün değildir. Takip edenler hatırlayacaktır, Eylül 2011’de Suriye’deki çatışmaların kaynağının ‘Alevi subaylar’ olduğu tespitinde bulunmak suretiyle sorunu Alevi-Sünni ikilemine kilitleyen bizzat Erdoğan’ın kendisidir. Oysa Suriye’deki iç dengeler böyle bir indirgemeci okumayla çelişmektedir, zira Suriye ordusunun %70’i Sünnilerden oluştuğu gibi, Esad’a destek verenler arasında da şehirli orta sınıf Sünni Suriyeliler önemli bir kesimi teşkil etmektedir. Ayrıca büyük çoğunluğu halen fakir köylü olan Suriye’deki Nusayri Alevilerin tümünün, her ne kadar bu günlerde hepsi can havliyle sarılmış olsalar bile Esad rejiminden bir şekilde nemalandığını veya memnun olduğunu varsaymak yanlıştır.
Alevi subaylar çıkışı
Tartışma, Türkiye’deki Alevilere teşmil edildiğinde bu dar mezhepçi bakış çok daha mesnetsizleşmektedir. Tayyip Erdoğan’ın 2011’in Eylülü’nde tüm TV kanallarında ve gazetelerde haberleştirilen Suriye’deki ‘Alevi subaylara’ dair suçlamaları, o tarihte belki de %99’u, bırakın Aleviliğini, Esad’ın adını bile duymamış Türkiye Alevilerinin bu süreçteki ilk irkilme anlarından biri olmuştur. İmam-hatip mezunu ve kurnaz bir siyasetçi olan Erdoğan’ın, Suriye ve Hatay’da yaşayan Nusayri Alevilerin, Anadolu ve Balkanlar coğrafyasına yayılmış Kızılbaş Alevilerden farklı bir topluluk olduğunu bilmemesi ne kadar imkânsızsa, kullandığı ‘Alevi subaylar’ ifadesinin toplumda nasıl yankılanacağını tahmin edememiş olması da o derece ihtimal dışıdır. Nitekim Erdoğan’ın bu konuşmasından bir hafta kadar önce AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in, siyasi skandallar tarihimizde bir ilke imza atarak hükümetin Suriye politikalarını eleştiren CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu ‘mezhep dayanışması’yla itham etmesi Başbakan’ın söz konusu ifadesinin bilinçli bir seçim olduğunun kanıtıdır. Rahatlıkla nefret söylemine girebilecek bu ifadelerinden dolayı ne Erdoğan, ne Çelik sonradan özür dilemiş, anaakım medyada da dişe dokunur bir eleştiri ile karşılaşmamıştır.
Reyhanlı saldırılarından sonra hükümetin ve destekçisi basının Alevifobik söylemi giderek daha da saldırganlaşıp iyiden iyiye mantık dışı bir hal almıştır. Öyle ki ağırlıklı olarak AKP’ye oy veren, Sünni inançlı Reyhanlı halkı ile Suriyeli sığınmacılar arasında yaşanan gerginlikler bile bu çevrelerce Alevilere fatura edilmeye çalışılmaktadır.
Bu furyada hızını alamayan Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak, 19 Mayıs tarihli yazısında akıllara durgunluk veren bir pervasızlıkla Alevileri Reyhanlı’daki vahşete destek vermekle suçlamış ve açıkça tüm Alevileri hedef gösteren şu satırları yazmıştır: “Türkiye’deki Alevilere yönelik yeni bir ayrımcı dile savrulmadan ama patlamadan sonra Reyhanlı’da olan bitenlere de asla rızası olmadığını belirtmeyen bir topluluktan artık umudu kesmenin vakti gelmiş demektir…” Hükümetin ve Albayrak gibi hükümet yanlısı bazı yazarların hiç arlanmadan ve ısrarla Türkiye Alevilerini Suriye içi ve dışında yaşanan şiddet eylemleriyle irtibatlandırma çabaları, tarih boyunca (Sünni) İslam ve milliyetçilik adına bu topraklarda Alevilere yaşatılan eziyetleri, “Bakın onlar da bize yapıyor” demeye getirerek haklı gösterme, en azından normalleştirme gayretinden başka bir şey değildir. Bu gayretlerin nihai amacı, haklarını hep barışçı yollarla aramış Alevilerin tek dayanağı olan moral üstünlüklerini ellerinden almak suretiyle Sünni cenahta yaygın Alevifobik söylemlere meşruiyet kazandırmaktır.
Olayın parçası olmak
Buraya kadar yaptığımız tespitler ve verdiğimiz örnekler, ortada Alevilere yönelik bir tahrik varsa bunun failinin Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP değil, bizzat Başbakan’ın kendisi, partisi ve basındaki yandaşları olduğunu ortaya sermektedir. Hükümetin Suriye konusunda takip ettiği kaba mezhepçi ve müdahaleci siyaset, hem geçmişte inançlarından dolayı sayısız katliam yaşamış hem de (mesela Irak’a yapılan Amerikan müdahalesine karşı çıkışlarında da görüldüğü gibi) anti-emperyalist refleksleri güçlü Alevi toplumunu zorla olayların parçası ve tarafı yapmıştır.
Eğer bugün bazı Alevi gençleri Beşar Esad’ı kahraman olarak görmeye başlamışlarsa, bunun nedeni genlerinde taşıdıkları ‘isyancı ruhları’ değil, emperyal güçlerin meseleye müdahil oluşu ve ağızlarından salyalar akarak Alevilerin hepsini keseceklerine yemin eden ÖSO saflarındaki Cihatçı-Selefi gruplar ve bunlarla arasına mesafe koymayan, hatta destekleyen, bir gün olsun Sünni halkın yanında Nusayri Alevilerin yaşam hakkını da telaffuz etmeyi akıllarına getirmeyen Başbakan ve diğer hükümet üyeleridir.
Tümüyle AKP’nin izlediği bu mezhepçi dış politika yüzündendir ki geldiğimiz noktada Alevi toplumu, aslında bölgesel ve uluslararası dinamiklerine vâkıf olmakta zorlandıkları birtakım kirli siyasi hesapların pasif objesi ve korumasız hedefi haline getirilmiştir.
Oysa AKP hükümeti Suriye konusunda mezhepler üstü bir siyaset izleyebilecek olgunluğu gösterse ve barış sürecinde Alevilerin haklarının da teslim edileceği gerçek bir demokratikleşmenin sözünü verseydi, eksikliklerine rağmen laik geleneğe sahip tek bölge ülkesi olan Türkiye, hızla kanlı mezhep savaşlarına sürüklenen Ortadoğu’da halklara gerçek anlamda bir umut, farklılıklara rağmen birlikte yaşama modeli sunabilirdi belki. Böyle tarihi bir rol oynamak yerine, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin farklı saiklerle dönüp dolaşıp bağnaz bir mezhepçi siyasete sırtlarını dayamış olmaları hem bölge hem Türkiye için çok büyük bir talihsizliktir. Alevileri tahrik, daha doğrusu derinden tedirgin eden de işte hükümetin bu mezhepçi siyasetidir, yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmaları değil.
*RADİKAL-Ayfer Karakaya -(*William and Mary Üni., Virginia-ABD)